Numarayı çevirirken, nasıl oldu bilmiyorum
ama çevirdiğim numaranın yanlış olduğunu
bilmeme karşın telefonu kapatmadan hattın
öteki ucundan yanıt verilmesini bekledim.
Yaşlı bir adam aksi bir ses tonuyla yanıt verdi.
"Yanlış numara!" dedi ve telefonu yüzüme kapattı.
Canım sıkkın, aynı numarayı bir daha çevirdim.
Aynı ses "Size yanlış dedim!" dedi ve yine telefonu
yüzüme kapattı. Yanlış bir numara çevirdiğimi nereden
biliyordu? Bir polis çevresinde olan bitene karşı
her zaman ilgili olmak konusunda eğitim görür.
Hiç düşünmeden aynı numarayı üçüncü kez çevirdim.
"Yeter artık" dedi adam. "Yine sen misin?"
"Evet" dedim. "Daha ağzımı bile açmadan yanlış
numarayı çevirdiğimi nereden biliyorsunuz?"
"Bunu da sen bul!" diyerek telefonu tekrar yüzüme
kapattı. Oturduğum yerde ahize elimde kalakaldım.
Sonra büyük bir kararlılıkla adamı bir daha aradım.
"Buldun mu?" dedi.
"Aklıma bir tek şey geliyor... Sizi kimse aramaz."
"Tamam buldun!" dedi ve telefonu dördüncü kez yüzüme
kapattı. Sinirlerim gevşediği için, gülerek aradım
adamı bu kez.
"Şimdi ne istiyorsun?" diye sordu.
"Yalnızca... Bir 'Merhaba' demek istedim."
"Merhaba mı?" diye sordu adam şaşkınlığını
gizleyemeden. "Neden?"
"Ne bileyim. Sizi kimse aramıyorsa, bari ben arayayım
dedim." "Peki. Merhaba. Kimsiniz?"
Sonunda başarmıştım. Meraklanma sırası ondaydı.
Kendimi tanıttıktan sonra, ona kim olduğunu sordum.
Adını söyledikten sonra, "Seksensekiz yaşımdayım ve
son yirmi yıldır bir günde telefonla bu kadar
yanlışlıkla olsa da!" dedi ve gülmeye başladık.
Yaklaşık on dakika sohbet ettik. Ne ailesi ne de bir
arkadaşı vardı.Yakınlarının tümü ölmüştü. Asansör
görevlisi olarak çalıştığı günlere ilişkin anılarından
söz ederken sesi çok içten geliyordu. Kendisini tekrar
arama konusunda izin istedim.
"Neden böyle bir şey yapmak istiyorsun?" diye sorarken
şaşkınlığını saklayamıyordu.
"Ne bileyim. Telefon arkadaşı olabiliriz, hani şu mektup
arkadaşları gibi."
Tereddüt etti. "Yeni bir arkadaşım olmasının bence bir
sakıncası yok"dedi. Sesi oldukça duyarlıydı bu kez.
Ertesi gün ve sonraki günlerde onu yeniden aradım. Sohbeti
tatlıydı. Bana Birinci ve İkinci Dünya Savaşı anılarından,
öteki tarihi olaylardan söz etti.
Ona evimin ve ofisimin telefon numaralarını verdim.
O da beniarayabilecekti. Aradı da... Hemen hemen hergün.
Yalnız ve yaşlı bir adama iyilik yapmak değildi amacım
yalnızca. Onunla konuşmak benim için önemliydi, çünkü
benim yaşamımda da büyük bir boşluk vardı. Yetimhanelerde,
bakıcı ailelerin yanında büyümüştüm, hiç babam olmamıştı.
Zamanla onu baba gibi görmeye başladım. Ona işimden,
üniversitedeki derslerimden söz ediyordum. Yaşamımda
psikolojik danışmanım rolünü üstlenmişti. Üstlerimden
biriyle aramdaki anlaşmazlıktan söz ederken, yeni
arkadaşıma "Onunla aramdaki bu sorunu bir an önce
çözmem gerekiyor" dedim.
"Acelen ne?" diye uyardı beni. "Bırak aranızdaki olaylar
biraz yatışsın.Benim yaşıma geldiğinde, zamanın pek çok
şeyin ilacı olduğunu anlıyorsun. İşler kötüye giderse,
o zaman konuş onunla." Uzun bir sessizlikten sonra,
"Biliyorsun..." dedi sakin bir sesle. "Seninle kendi
oğlumla konuşuyormuşum gibi konuşuyorum.Her zaman bir
ailem ve çocuklarım olmasını istedim. Bu duygunun ne
olduğunu anlayamayacak denli gençsin."
Hayır değildim. Ben de hep bir ailem ve bir babam olsun
istemiştim. Fakat ona hiçbir şey söylemedim. Çok uzun
zamandır yüreğimde taşıdığım acıyı daha fazla taşıyamamaktan
korktum. Bir akşam seksendokuzuncu doğum gününün yaklaşmakta
olduğunu söyledi.
Kendi ellerimle hemen çok büyük bir doğum günü kartı
hazırladım. Kartın üzerinde birdoğum günü pastası ve
seksendokuz tane mum vardı. Tüm iş arkadaşlarımdan kartı
imzalamalarını istedim. Yaklaşık yüz imza oldu kartta.
Bundan çok hoşlanacağından emindim. Dört aydır
telefonda sohbet ediyorduk, artık yüz yüze gelmemizin
zamanı gelmişti. Doğum günü kartını kendi elimle götürmeye
karar verdim. Kendisini ziyarete gideceğimi söylemedim.
Sürpriz yapmak istiyordum. Telefon rehberinden adresini
buldum ve oturduğu apartmana gidip, arabamı sokağının başına
park ettim. Apartmana girdiğimde postacı elindeki mektupları
ayırıyordu. Adının yazılı olduğu postakutusunu denetlerken
postacı doğru yerde olduğumu işaret etti başıyla.Yüreğim
heyecanla çarpıyordu. Acaba telefonda kurulan aramızdaki
kimyasal yaklaşım, yüz yüze de kurulacak mıydı? İçimden
bir kuşku duygusu gelip geçti. Belki de babamın beni
reddettiği gibi o da reddecekti. Kapısını çaldım. Yanıt
gelmeyince daha hızlı çaldım. Postacı başını
kaldırıp bana baktı. "Kimse yok" dedi.
"Evet" dedim. Kendimi biraz tuhaf duyumsuyordum.
"Telefonu yanıtlaması ne denli uzun sürüyorsa,
kapıyı açması da...""Akrabası mısınız?" diye sordu postacı.
"Hayır, arkadaşıyım yalnızca."
"Çok üzgünüm" dedi üzgün bir sesle. "Bay Meth önceki gün öldü."
"Öldü mü?" dedim.
Şaşkınlık içindeydim, inanamıyordum bir türlü duyduklarıma.
Sonra kendimi toparladım, postacıya teşekkür ettim ve
dışarıya çıktım.
Arabaya doğru yürürken gözlerim yaşlarla doluydu.
Yaşamlarımızdaki güzelliklerin ayırdına varmak kimi
zaman ani ve beklenmedik bir olayla olanaklıdır.
Şimdi yaşamımda ilk kez, birbirimize ne denli yakın
olduğumuzu anladım. Herşey ne denli de kolay olmuştu;
bir dahaki sefere kendime yakın bir arkadaşı çok daha
kolay bulacaktım. Yavaş yavaş bir sıcaklık kapladı
bedenimi. Birden sanki onun ters sesini duydum.
"Yanlış numara!" Sonra kendisini neden bir daha aramak
istediğimisorması geldi aklıma. Yüksek sesle "Çünkü sen
benim için önemlisin" dedim.
"Çünkü ben senin arkadaşınım."
Açılmamış doğum günü kartını arabamın arka koltuğuna
koydum ve direksiyona geçtim. Arabamı çalıştırmadan
arkama döndüm bu kez fısıldadım:
"Ben yanlış numara çevirmedim. Sen benim arkadaşımdın."*
Jennings Michael Burch
Etiketler: "arkadaşlık" üzerine Güzel Bir Hikaye